25 Temmuz 2013 Perşembe

621 Yaşında Bir Keşiş



Hiç 621 yaşında birini gördünüz mü? Ben gördüm. Daha doğrusu, teknik olarak 621 yaşında olan birini gördüm: Budizm’in dini lideri, baş keşiş Dalay Lama. Bugün Dalay Lama olarak bilinen Tenzin Gyatso 15 yaşındayken asıl Dalay Lama’nın 14. Reenkarnasyonu olarak bellenmiş. Dolayısıyla, 1935’te doğup, aslında 77 yaşında olmasına rağmen, teknik olarak 621 yıldır yaşadığı düşünülebilir. Bu kadar ‘antik” bir insanın nasıl biri olduğunu hep merak etmişimdir. Eh, şansıma bakın ki, kısa süre önce bunu öğrenmek için elime bir fırsat geçiverdi: Sayın Dalay Lama, Budizm’in temelleriyle ilgili bir konuşma yapmak için Lincoln Center’a geliyordu.

Konuşmanın yapılacağı merkeze vardığımda, dalga dalga bir kalabalıkla karşılaştım. Biletlerini gösterip, içeri girmek için dışarılara uzanan sıralarda bekleyenlerin yanı sıra, bir yığın insan kaldırımlara dizilmişti. Merkeze erkenden geldiğime şükrederek ben de kuyruklardan birinde yerimi aldım. 45 dakika sonra, yani konuşmanın başlamasından beş dakika önce, koltuğumu bulmuş ve gözlerimi sahneye dikmiştim.

Salon, o anda bile, hınca hınç doluydu. Dalay Lama’nın oturacağı koltuk sahnenin tam ortasına yerleştirilmişti ve her iki yanında, dizlerinin üstünde, minderlerde oturan bir grup keşiş vardı. Hepsi turunculu, sarılı sarilere bürünmüştü. Arka plandaysa koskocaman bir Buda resmi vardı.

Bildiğiniz gibi, Buda, Budizm’in kurucusuydu. Anlatılan hikayeye göre, Buda, Hindistan’da, bir kralın oğlu olarak doğmuş Doğduğu zaman, bir kahin, krala oğlunun ya büyük bir kral ya da kutsal bir adam olacağını söylemiş. Kral, oğlunun da bir kral olmasını istediği için onu dini eğitimden ve hastalardan, yaşlılardan ve yoksullardan uzak tutmuş. Lakin, çok yaşlı bir adamla tanışması üzerine Buda sıklıkla halkın arasına çıkmaya başlamış. Burada şahit olduğu çilelerin bir sebebi ve çıkar yolu olması gerektiğine inandığı ve bunları keşfetmek istediği için de saraydan kaçmış ve sokaklarda yaşayıp, dini eğitim almaya başlamış. Gerçeği bulmaya yemin eden Buda, bir gün bir ağacın altına, meditasyon yapmaya oturmuş ve kırk dokuz gün boyunca yerinden kımıldamamış. Hikayeye göre, ellinci gün geldiğinde, yani sonunda gözlerini açıp, yerinden kalktığında, artık aydınlığa ulaşmış, bilge bir adammış.

Buda’nın turunculu, kırmızılı resmini inceler ve hikayesini aklımda çevirirken, tüm salonun ayağa fırlamasıyla hayallerimden uyanıverdim. Ne olduğunu anlamadan ben de ayağa kalktım ve karşımda sarisine sarılmış, ufacık, kel, titreye titreye ilerleyen bir adam gördüm. Bu adamcağız, önce eğilip bazı keşişlerin ellerini sıktı, sonra badi badi sandalyesine doğru ilerledi, oturdu ve seyircilerine oturmaları için işaret etti. Herkes tekrar yerini aldıktan sonra Dalay Lama konuşmaya başladı.

Üflesem devrilecek gibi görünmesine rağmen Dalay Lama’nın son derece gür bir sesi vardı. Ağır aksanlı İngilizcesi salonda yankılanıyordu ve ben iyice öne eğilip, ne dediğini anlamaya çalışıyordum. Konuşmanın ilk yarım saati boyunca, Dalay Lama, insanlarda sabrın, hoşgörünün ve sevginin öneminden bahsetti. Bu değerlerin insan ruhunu nasıl yücelttiğinin üzerinde uzun uzun durdu. Tabi tüm bunları söylemesi kolay. Ancak bu bahsedilen sabrı ve hoşgörüyü iki çocuğun tüm konuşma boyunca ağlaması ve “istemiyorum” çığlıkları karşında göstermek... İşte asıl zor olan bu! Evet, sabır ve hoşgörü, böyle durumlarda çok önemli olabilir, ama bunlar içinden küfür etmek ya da tırnaklarını avuçlarının içine batırmak kadar etkili olabilir mi? Bilemiyorum.

Bu açıklamalardan sonra Dalay Lama Budizm’in bazı temel öğretilerinden bahsetti. Bunu yaparken birden bire Tibetçe konuşmaya başlaması da benim “Eyvah, şimdi hiçbir şey anlayamayacağım, boşu boşuna geldim!” paniğine kapılmama yol açtı. Tabi, onca keşişin arasına karışmış, oturan çevirmeni göremememin bunda tesiri büyüktü.

Konuşma sırasında Dalay Lama asıl olarak Budizm’in dharmalarından, yani dünyayı oluşturan etmenlerden ve doğa yasalarından ve Buda’nın bazı öğretilerinden bahsetti. Bunlardan ilki Karma ve Yeniden Doğuş’tu. Normalde, Karma’yı tanımlamanın en basit yolu “ne ekersen onu biçersin”dir. Ancak Budizm’de bu fikir biraz daha karmaşık bir hal alıyor. Bu inanca göre her canlı sonsuz bir ölüm ve tekrar doğum döngüsü içinde, farklı formlarda yeniden var olmaktadır. Ancak bu “tekrar doğum”, diğer dinlerin “reenkarnasyon” fikirlerinden farklıdır, çünkü kişilerin zararlı ve erdemli istemleri burada onların tekrar doğma süreçlerini ve kaderlerini etkiler. Yani karma, kişilerin hem hayat döngüleriyle, hem de yazgılarıyla doğrudan alakalıdır. Bu demek oluyor ki, eğer ben konuşma sırasında sabrımı kaybedip, “Çocuğunuzu susturun,” diye bağırsaydım, karmadan çekeceğim vardı. Kim bilir, belki de ‘gelecek hayatımda’ bir böcek olacaktım bu durum yüzünden. Gerçi bu, bu davranış için aşırı bir öngörü de olabilir. Bilemeyeceğim.

Budizm’e göre bu dünyada Dört Yüce Gerçek vardır. Birinci gerçek, yani Dukkha, acının, hayatın bir parçası olduğunu söyler. İkinci gerçek, Samudaya, tüm acıların kaynağının insanların istek ve arzuları olduğunu ileri sürer. Üçüncü gerçek, Nirodha, kişilerin istek ve arzularından vazgeçerek, acılarından kurtulabileceğini iddia ederken, dördüncüsü, yani Maggayan, acılardan kurtulmanın Sekiz Aşamalı Asil Yol’dan geçtiğini belirtir. Sekiz Aşamalı Kutsal Yol sırasıyla gerçek bilgiden, doğru zihniyetten, doğru sözden, doğru davranıştan, doğru yaşam biçiminden, gerçek çabadan, gerçek dikkatten ve gerçek uyanıklıktan oluşur. Bu sekiz aşamayı üç kategoride toplamak mümkündür: Bilgelik, Güzel Ahlak ve Ruhsal Arınma. Kısacası, Budistler düşünce ve inanç şekillerini, davranışlarını ve yaşam biçimlerini değiştirerek kendilerini arzularından ve dolayısıyla acılarından kurtarabileceklerine inanırlar. Hadi, kolay gelsin!

Sayın Dalay Lama konuşmasını bitirdiğinde, salonda bir alkış tufanı koptu. Bu tufan ile birlikte sahneye bir renk cümbüşü akın etti. Bu cümbüş, simli, ışıltılı kıyafetler içinde çocuklardan oluşuyordu. Gülümseyen küçükler, kollarındaki buketleri Dalay Lama’nın önüne bıraktıktan sonra, birden bire onun önünde eğilmeye, diz çökmeye başladılar. Bu durumdan açıkça memnun olmayan Dalay Lama, yaşından beklenmeyecek bir çeviklikle yerinden kalktı ve çocukları durdurdu. O anda Dalay Lama’nın bu davranışını ne kadar doğru bulduysam da, şimdi düşününce merak etmeden duramıyorum: küçük çocukların önünde eğilip, diz çökmelerinden rahatsız olan bir insan, bir grup keşişin, ve bir çevirmenin, üç saat boyunca, kendisi rahat bir sandalyede otururken, dizlerinin üstünde, kımıldamadan oturmalarını nasıl doğru bulabilir? Bana mı öyle geliyor yoksa bu durum birazcık çelişkili değil mi?

Hiç yorum yok: