Hiç 621 yaşında birini
gördünüz mü? Ben gördüm. Daha doğrusu, teknik olarak 621 yaşında olan birini
gördüm: Budizm’in dini lideri, baş keşiş Dalay Lama. Bugün Dalay Lama olarak
bilinen Tenzin Gyatso 15 yaşındayken asıl Dalay
Lama’nın 14. Reenkarnasyonu olarak bellenmiş. Dolayısıyla, 1935’te doğup,
aslında 77 yaşında olmasına rağmen, teknik olarak 621 yıldır yaşadığı düşünülebilir.
Bu kadar ‘antik” bir insanın nasıl biri olduğunu hep merak etmişimdir.
Eh, şansıma bakın ki, kısa süre önce bunu öğrenmek için elime bir fırsat geçiverdi:
Sayın Dalay Lama, Budizm’in
temelleriyle ilgili bir konuşma yapmak için Lincoln Center’a geliyordu.
Konuşmanın yapılacağı
merkeze vardığımda, dalga dalga bir kalabalıkla karşılaştım. Biletlerini
gösterip, içeri girmek için dışarılara uzanan sıralarda bekleyenlerin yanı
sıra, bir yığın insan kaldırımlara dizilmişti. Merkeze erkenden geldiğime şükrederek ben de kuyruklardan birinde yerimi aldım. 45 dakika sonra, yani konuşmanın başlamasından beş dakika
önce, koltuğumu bulmuş ve gözlerimi sahneye dikmiştim.
Salon, o anda bile, hınca hınç doluydu. Dalay Lama’nın oturacağı koltuk sahnenin tam ortasına yerleştirilmişti
ve her iki yanında, dizlerinin üstünde, minderlerde oturan bir grup keşiş
vardı. Hepsi turunculu, sarılı sarilere bürünmüştü. Arka plandaysa koskocaman
bir Buda resmi vardı.
Bildiğiniz gibi, Buda,
Budizm’in kurucusuydu. Anlatılan hikayeye göre, Buda, Hindistan’da, bir kralın
oğlu olarak doğmuş Doğduğu zaman, bir kahin, krala oğlunun ya büyük bir kral
ya da kutsal bir adam olacağını söylemiş. Kral, oğlunun da bir kral olmasını
istediği için onu dini eğitimden ve hastalardan, yaşlılardan ve yoksullardan
uzak tutmuş. Lakin, çok yaşlı bir adamla tanışması üzerine Buda sıklıkla
halkın arasına çıkmaya başlamış. Burada şahit olduğu çilelerin bir
sebebi ve çıkar yolu olması gerektiğine inandığı ve bunları keşfetmek istediği
için de saraydan kaçmış ve sokaklarda yaşayıp, dini eğitim almaya başlamış.
Gerçeği bulmaya yemin eden Buda, bir gün bir ağacın altına, meditasyon yapmaya
oturmuş ve kırk dokuz gün boyunca yerinden kımıldamamış. Hikayeye göre, ellinci
gün geldiğinde, yani sonunda gözlerini açıp, yerinden kalktığında, artık aydınlığa
ulaşmış, bilge bir adammış.
Buda’nın turunculu,
kırmızılı resmini inceler ve hikayesini aklımda çevirirken, tüm salonun ayağa
fırlamasıyla hayallerimden uyanıverdim. Ne olduğunu anlamadan ben de
ayağa kalktım ve karşımda sarisine sarılmış, ufacık, kel, titreye titreye
ilerleyen bir adam gördüm. Bu adamcağız, önce eğilip bazı keşişlerin ellerini
sıktı, sonra badi badi sandalyesine doğru ilerledi, oturdu ve
seyircilerine oturmaları için işaret etti. Herkes tekrar yerini aldıktan sonra Dalay
Lama konuşmaya başladı.
Üflesem devrilecek gibi görünmesine
rağmen Dalay Lama’nın son derece gür bir sesi vardı. Ağır aksanlı İngilizcesi
salonda yankılanıyordu ve ben iyice öne eğilip, ne dediğini anlamaya
çalışıyordum. Konuşmanın ilk yarım saati boyunca, Dalay Lama, insanlarda
sabrın, hoşgörünün ve sevginin öneminden bahsetti. Bu değerlerin insan ruhunu
nasıl yücelttiğinin üzerinde uzun uzun durdu. Tabi tüm bunları söylemesi kolay.
Ancak bu bahsedilen sabrı ve hoşgörüyü iki çocuğun tüm konuşma boyunca ağlaması
ve “istemiyorum” çığlıkları karşında göstermek... İşte asıl zor olan bu! Evet,
sabır ve hoşgörü, böyle durumlarda çok önemli olabilir, ama bunlar içinden
küfür etmek ya da tırnaklarını
avuçlarının içine batırmak kadar etkili olabilir mi? Bilemiyorum.
Bu açıklamalardan sonra
Dalay Lama Budizm’in bazı temel öğretilerinden bahsetti. Bunu yaparken birden
bire Tibetçe konuşmaya başlaması da benim “Eyvah, şimdi hiçbir şey
anlayamayacağım, boşu boşuna geldim!” paniğine kapılmama yol açtı. Tabi, onca keşişin arasına karışmış,
oturan çevirmeni göremememin bunda tesiri büyüktü.
Konuşma sırasında Dalay
Lama asıl olarak Budizm’in dharmalarından, yani dünyayı oluşturan etmenlerden
ve doğa yasalarından ve Buda’nın bazı öğretilerinden
bahsetti. Bunlardan ilki Karma ve Yeniden Doğuş’tu. Normalde, Karma’yı
tanımlamanın en basit yolu “ne ekersen onu biçersin”dir. Ancak Budizm’de bu
fikir biraz daha karmaşık bir hal alıyor. Bu inanca göre her canlı sonsuz bir
ölüm ve tekrar doğum döngüsü içinde, farklı formlarda yeniden var olmaktadır.
Ancak bu “tekrar doğum”, diğer dinlerin “reenkarnasyon” fikirlerinden
farklıdır, çünkü kişilerin zararlı ve erdemli istemleri burada onların tekrar
doğma süreçlerini ve kaderlerini etkiler. Yani karma, kişilerin hem hayat
döngüleriyle, hem de yazgılarıyla doğrudan alakalıdır. Bu demek
oluyor ki, eğer ben konuşma sırasında sabrımı kaybedip, “Çocuğunuzu susturun,”
diye bağırsaydım, karmadan çekeceğim vardı. Kim bilir, belki de ‘gelecek
hayatımda’ bir böcek olacaktım bu durum yüzünden. Gerçi bu, bu davranış için
aşırı bir öngörü de olabilir. Bilemeyeceğim.
Budizm’e göre bu dünyada
Dört Yüce Gerçek vardır. Birinci gerçek, yani Dukkha, acının, hayatın bir
parçası olduğunu söyler. İkinci gerçek, Samudaya, tüm acıların kaynağının insanların
istek ve arzuları olduğunu ileri sürer. Üçüncü gerçek, Nirodha, kişilerin istek
ve arzularından vazgeçerek, acılarından kurtulabileceğini iddia ederken,
dördüncüsü, yani Maggayan, acılardan kurtulmanın Sekiz Aşamalı Asil Yol’dan
geçtiğini belirtir. Sekiz Aşamalı Kutsal Yol sırasıyla gerçek bilgiden, doğru
zihniyetten, doğru sözden, doğru davranıştan, doğru yaşam biçiminden, gerçek
çabadan, gerçek dikkatten ve gerçek uyanıklıktan oluşur. Bu sekiz aşamayı üç
kategoride toplamak mümkündür: Bilgelik, Güzel Ahlak ve Ruhsal Arınma.
Kısacası, Budistler düşünce ve inanç şekillerini, davranışlarını ve yaşam
biçimlerini değiştirerek kendilerini arzularından ve dolayısıyla acılarından
kurtarabileceklerine inanırlar. Hadi, kolay gelsin!
Sayın Dalay Lama konuşmasını
bitirdiğinde, salonda bir alkış tufanı koptu. Bu tufan ile birlikte sahneye bir
renk cümbüşü akın etti. Bu cümbüş, simli, ışıltılı kıyafetler içinde çocuklardan oluşuyordu. Gülümseyen küçükler, kollarındaki buketleri Dalay
Lama’nın önüne bıraktıktan sonra, birden bire onun önünde eğilmeye, diz çökmeye
başladılar. Bu durumdan açıkça memnun olmayan Dalay Lama, yaşından
beklenmeyecek bir çeviklikle yerinden kalktı ve çocukları durdurdu. O anda
Dalay Lama’nın bu davranışını ne kadar doğru bulduysam da, şimdi düşününce merak
etmeden duramıyorum: küçük çocukların önünde eğilip, diz çökmelerinden rahatsız
olan bir insan, bir grup keşişin, ve bir çevirmenin, üç saat boyunca, kendisi rahat bir
sandalyede otururken, dizlerinin üstünde, kımıldamadan oturmalarını nasıl doğru
bulabilir? Bana mı öyle geliyor yoksa bu durum birazcık çelişkili değil mi?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder